Hiç hayal etmemişti denize kıyısı olmayan bir şehirde yaşamayı, ta ki birkaç hafta öncesine kadar. Bugüne kadar yaşadığı yerler, denize en fazla yarım saat uzaklıktaydı. Üzerinden güneşin nazlı nazlı batışını seyrettiği denizden, sıcak yatağından kalkıp sabah esintisinde yüzdüğü o denizden uzaklara gidiyordu şimdi. Canının en sıkkın olduğu zamanlarda, en üzgün olduğu anlarda veya en mutlu dakikalarında hiç düşünmez; denizin kenarında alırdı hemen soluğu. Hissettiklerini paylaşmanın kendince bir yoluydu; çıplak teniyle serin suya dokunur, rahatlardı. Böyle anlarında herkes gibi hıçkırarak ağlamaz, avazı çıktığı kadar bağırmaz veya sevinç nâraları atmazdı; en vakur haliyle paylaşırdı duygularını yeryüzünde suyun değdiği her yerle.
Şimdi, denize kıyısı olmayan bir şehirde yeni bir hayat karşılıyor onu. Anılarıyla kapladığı bu şehire yabancı değildi aslında; sadece orada yaşamayı hiç düşünmemişti. Şaşkınlığı, ürkekliği, heyecanı, mutluluğu bundandı. Anılarla dolu bir şehirde yaşamak, eski dostlarla yeniden bir araya gelmenin bedeli olarak henüz edindiği dostlukların üzerine perde çekmek, yeni bir hayat kurmak, nihayetini hep merak edeceği yarım kalan ilişkiler, yarım kalan ilişkiler, ilişkiler. Tek dileği, bir gün geriye dönüp baltığında, “Acaba?” diye sormamak…
No comments:
Post a Comment